ŞANS KAPIYI İKİ KERE ÇALAR MI ?

Önemli bir işi alabilmek için köprüden önce son çıkışta olduğunuzu düşünün. Onca prosedürü geçtikten sonra, kararı verecek kişi ile bir yemeğe çıktınız, siparişler verildi ve müstakbel patronunuz yemeğinden biraz aldı, sonra size dönüp keyifle dedi ki “Bunu denemelisin, gerçekten harika”. Siz olsanız ne yaparsınız, o an da ne hissederdiniz, dener miydiniz ?

wifi.jpgYüzlerce insan akıp gidiyor durmadan hayatınızdan. Kimi güvenmiyor, kimileri ise hoşlanmıyor sizden. Bazıları ise farkınıza bile varmıyor. Bazen kendinizi suçluyorsunuz ya da kestirip atıyorsunuz, bazen neden böyle davranıldığını anlamak için çaba sarf ediyorsunuz. Nedenini öğrenebilirseniz ve anlayabilirseniz oh ne ala, ama öğrendiğinizde kabul edemez iseniz, “Algı” denilen kablosuz duygu teknolojisinin ne kadar önemli bir olgu olduğunun farkındalığına hop diye düşüyor, kendinizi Konya’da zannedip, karşı tarafın gözlerinde Anya’da dolanınca, kaçıp giden trenin arkasından öylece bakarken buluyorsunuz narin bünyenizi . Hayaller Paris, gerçekler Gaziosmanpaşa yani 🙂

Peki, böyle bir durumda ne yapabilirsiniz, algıyı yönetebilir misiniz, evcilleştirebilir misiniz?

perception1Sırtınızı ilim ve bilime dayayarak rasyonelize edebilirsiniz öncelikle. “Houston, i have a problem” deyip durumu kabul ederek, analizlerinizi yapmakla başlayabilirsiniz. Yüzlerce araştırmalardan çıkan sonuçlar da gösteriyor ki, kendimizi nasıl gördüğümüz ile, başkalarının sizi nasıl gördüğü arasında çok zayıf bir korelasyon var, şaşırmamak elde değil. İnsanların yüzlerinden okuyabileceğiniz en temel duygular sadece, şaşırma, korku, iğrenme ve kızgınlık. Bunun dışındakileri biraz zor anlıyoruz, anladığınızı sanıp çok kasmayın. Sizler, bakışlarınız, mimikleriniz ve kinayeli cümlelerinizle, bazen bir o kadar açık sözlü olarak bir şeyler anlatmaya çalışsanız da, muhtemelen karşı taraf iki gram anlamıyor ne demek istediğinizi. Psikologlar bu bağlantı kopukluğunu “Şeffaf İllüzyon” olarak tanımlamışlar. Algılamanızda ve algılanmamızda iki temel fazdan bahsediyorlar. İlk fazda, basma kalıp yollardan çıkarımlar yapıyorsunuz. Tipine, vücut diline, oturuşuna, kalkışına, mevkiine, işine göre hemen yapıştırıyorsunuz muhatabınıza yaftayı, kısa yol tuşu ile. İkinci faz da ise (valla şanslı kadın/adammış geçti ise ikinci faza 🙂 ) biraz çalışmanız gerekiyor. Daha fazla bilgi topluyorsunuz onun hakkında, iyice bir süzüyorsunuz, birilerine soruyorsunuz, sosyal medya hesaplarına bakıyorsunuz ve bu basamaklardan geçmiş kankalarınıza, iş arkadaşlarınıza ve yakınlarınıza danışıyorsunuz, farklı Algı lenslerinden geçiriyorsunuz. Bu lenslerden en önemlileri, Güven, Güç ve Ego lensleri. Güven lensini karşınızdakinin Hulusi Kentmen mi yoksa Nuri Alço mu olduğunu anlamak istediğiniz zamanlarda takıyorsunuz. Güç lensini, benim işime yarayacaksan başımla beraber yoksa uza arkadaşım dediğiniz zamanlarda. Ego lensi ise kimin borusu ötecek durumu ile karşılaştığınızda. Hepimiz farkında olmadan “benliğim, aidiyetim herkesten iyi” onayını birilerinden duyabilmek için kendimizden geçiyormuşuz, kimse bende ego yoktur diye rol çalmasın yani.

just_smile_by_zarnakitama-d4ulv0aOlm bırak gevelemeyi, laf ile peynir gemisi yürümez dediğinizi duyar gibi oluyorum. Teoriyi bırak da pratikte nasıl doğru algılanacağız, algılayacağız diyorsunuz, bir anlat hele. Valla en başta kaldıracaksınız totonuzu, biraz daha hareket 🙂 . Mesela daha çok göz teması kuracaksınız, dinleyeceksiniz bölmeden, anlayacaksınız, hedefleri ve dertleri için insanlara yardım edeceksiniz, daha açık olacaksınız. Empatik iç sesinizi (Allah vergisidir ama öğrenilir 🙂 ) dış sese dönüştüreceksiniz. Çok sık geribildirim isteyeceksiniz, gerekirse yalvarıp konuşturacaksınız insanları, yapışacaksınız yakalarına. Genelde insanlar her zaman sizi en adil şekilde değerlendirdiklerini söyleyeceklerdir emin olun sorduğunuzda, muhtemelen siz de aynısını. Amma velakin, çoğu zaman yanlış algılayıp, eksik geri bildirimler alıp, veriyor olacaksınız. Bunu fark ettiğinizde, adaleti işin içine katarak kusura bakmayın yanlış değerlendirmişim aslında olay budur derseniz, siz de zamanla aynı yaklaşımla karşılaşacaksınız. Bunun yanında, gerekli ve gerektiği anda öneminizi hissettirip, doğru zamanda doğru anda yanlarında olursanız hak ettiğiniz şekilde algılanıp, az kurgu, çok mutlu bir hayat sürmemeniz için hiç bir sebep yok, inanın.

Davranışları teoriler ile linkleyip, analiz etmeyi seven biri olarak bir özet yapmaya çalıştım. Fikrimi sorarsanız, bahsettiğim bu teorik detaylar genelde kariyerinize daha çok yardımcı olur, algıyı doğru stratejiler ile yönetip başarılı olmak istiyorsanız. Ama, iş özel hayatınıza gelince, orda ilave lensler devreye giriyor bana göre. Bunlardan en önemlisi Şans. Şans lensi algılanan için, algılayan için ise önemli olan lens Kalp. Kalp lensi gönderilen sinyalleri, bakışları, davranışları, geri bildirimleri eğer doğru filtreleyip beyninize aktarabiliyorsa işte o zaman gönül piyangosu kazanıyorsunuz. Bu lensler eğer doğru çalışmaz ise, ne kadar hissetseniz, baksanız, anlatsanız, deneseniz, uğraşsanız da olmuyor, ve milyonlarca aşk bozumlarından biri yaşanıp, kayıp gidiverir kadehlerde.

mspaintadventure10Evet, yazımı sonuna kadar okuyup teşekkürü hak eden, an gelip algılayacak, an gelip algılanılacak olan sen güzel okuyucu, son soru direk sana. Araştırmalar bir şey daha gösteriyor ki, ilk etkileşimlerde, karşılaşmalarda çoğunlukla yanlış anlaşılmalar galip gelecek ve süreç başlamadan sekteye uğrayacak. Bu yüzden çoğu zaman, ikinci bir şansı hak ediyor biz hata makineleri. İşte sen o zaman geldiğinde, o şansı, arkadaşına, ekibinden birine, aile bireylerine, patronuna, çalışanlarına, müstakbel Leyla’na, Mecnun’una tekrar verecek misin, ya da onlar sana işte asıl mesele bu 🙂

Neyse hadi onu bunu bırakın da, o iş yemeğinde gerçekten olsaydınız, alır mıydınız bir çatal müstakbel patronunuzun tabağından ?

Evren

Saros-İstanbul Hattı-Mayis 2015

ELEŞTİR BENİ BOYA BENİ

Eleştirilmek istiyorum sevgili Evrekka okuyucuları.

Ben olsam acımam…

Yaz sonrası, güz dönemi, kış önü, yani geldik son çeyreğe. Sistemin tüm çarkları, kendi muhasebelerini bu dönemde yaparlar biliyorsunuz. Ne halt yediler, seneye ne halt yiyecekler, nasıl kıvıracaklar onu düşünürler…

website-home-page-critique-550x322

Bendenizde genelde bu dönemlerde bir gün ayırıp kendimle başbaşa kalmaya çalışırım. Otururum, iki buz atar, artıları eksileri bir tarafa koyar, sessizce bakarım, tahtırevalli ne tarafa eğilecek diye….

O gün bugün işte sevgili Evrekka lılar 🙂 ..

Şimdi sizlere bunların ışığında kendi adıma gözlem, sokulan laflar, ortadan kaybolmalar gibi ana girdilerin eşliğinde yapabildiğim “HATALARIM ve BEN” adlı son eserimi tüm açık yüreklilikle paylaşacağım. Tek, tek madde madde ben nerede yanlış yapıyorum ulan diyerekten. Hadi gelin beraber bir üstünde geçelim 🙂

  • Ukala bir insanmısın sen.

Durum:  Genellikle aslan burcusun ukalasın üzerine şekillendirilen bir olgu. Bildiklerimi iddaa ederek paylaşıyorum. Sonrasında alınan bildirimler içerisinde hatalı olanlar da olsa sanırım susmam lazım, tekrar bakmam, yol göstermemem, öğrenmelirini beklemem lazım.

Aksiyon: Evrekka da ne biliyosan post mesaj şeklinde paylaş, yazarak haykır, gerisine karışma kafan rahat olsun.

  • Direk bir adamsın, açık sözlüsün.

Durum: Zaman çok hızlı bu yüzden, yaptığım, yapılmış hataların başkaları tarafından tekrarlanmasını  istemiyorum, yapmamaları için yalvarıyorum kırıcı bir şekilde.

Aksiyon: Ne gerek var . Su aksın yolunu bulsun stratejisi uygula. Elalemin derdi 🙂

  • Takıyormusun yoksa bize mi öyle geliyor, değiştirmeye çalışıyorsun sanki, acımasız olup atar yapabiliyorsun.

Aksiyon belli, yerde yatan birine yardım etmeyi bırak ambulans gelsin arkadaş stratejisi. Yapacak bir şey yok 🙂

  • Serzenişte bulunuyorsun bazen.

Sanırım her yazı sonunda bir nevi çaktırmadan laf sokma serzenişte bulunma var :). Gerek yok halbuki ne gerek var ya, zaman kaybı..

Ahaaaa EVREKAAAA !!!.

Bu proses her yönüyle eksik değil mi, ne diyorsunuz ?  . Kambersiz düğün, Leylasız Mecnun, fıstıksız baklava, karşılıksız aşk olur mu sizce ? ..

eleştiri.

Aslında, olay beni benden iyi mi bileceksiniz olayı değil. Bilhakis, beni benden farklı görenlerin düşünceleri eksik hayat yazılımımda. Revizyonu yaptıracak geri bildirimler lazım. Yakın çevrem,doğal olarak yaptıkları gibi aynı eleştirileri yapıyorlar. Bende 3 lü defans yapıp, tek forvet ile gol arayarak onları üzüyorum. Artık bu modeli değiştirmem lazım değil mi ?

Aslında bu hayatta herkes eleştriye aç, ve açık bence. Eleştirildiğinde tahammülsüz görünülmesinin tek nedeni eleştiriyi yapanın ardından doğru yolu göstermemesi. E yani, bravo 10 tam puan, hata yakalanmıştır ama çözüm sürecini yönlendirecek anayasa değişikliğinin nasıl yapılacağı koca bir boşluktur. Bu hatalar hep soğuk yenecek intikam için saklanır. Derya olan derde ilacın nasıl sürüleceği, yılda, günde yada ayda kaç defa uygulanacağı belirtilmez.  Suratlar zaten bu yüzden asılmaz mı sürekli 🙂

Gelin bu noktada en azından bana yardım edin siz fevalı arkadaşlarım, beni tanıyan insanlar, değerli takipçiler.

http://elestirbeni.com/evrenguner495

Hadi bir el atın, tıklayın bu linke, yazın yüzüme direk söyleyemediklerinizi. Yazın elinizi korkak alıştırmadan. Anonim olarak kalıcaksınız merak etmeyin, herhangi bir paralellik yok 🙂 . Kendimi analiz etmeme yardım edin. Aynalarınızdan bakmamı sağlayın hayata. Her konuda yazın, iş olur, aşk, hobi olur, her şey olur. Tek isteğim sadece neden davrandığımı anlamaya çalışarak yazmanız.

ostrich

Gelin beraber yapalım “Evren v2015″ i .

Bu sürüm biraz daha iyi olsun, ben iyi çocuk olup aferin alayım.

Hayat bana da güzel olsun sizlere olduğu gibi 🙂

 

Sevgilerimle

Evren

12.10.2014 @Kozyatağı

MODERN İPEK YOLU AŞIKLARI

Bazen şanslı olduğumu düşünüyorum. Harika arkadaşlarım var ve sayelerinde de daha mükemmel insanlar tanıyorum. Onları, benim gözümde mükemmel kılan sıradan olmamaları. İçlerinden bazıları mesafelerin, kültürlerin, ırkların, önyargıların ne kadar anlamsız ve gereksiz olduğunu, çok eskilerdeki gibi bir ipek yolu aşkını yeniden canlandırıp hayat arkadaşlığına dönüştürerek ispatlayabiliyorlar mesela 🙂 .
Evrekka şimdi bunlardan bir çifti, Çinli bir güzel ile bir Türk cengaverin röportajını sizlerle buluşturuyor azıcık gecikmiş olsa da. Şangay da mutlu mesut devam eden hayatlarında beni kırmayıp kısa bir röportaj yaptılar. Keyifle okurken, hikayelerindeki gizli detayları sakın kaçırmayın derim. Onlar, farklılıklardan böyle bir aşkı yoktan var ederken, buralarda aynı dil ve kültürlerin desteğinde bile, iki elle doğrultulamayan ilişkilere de on numara nispet yapıyorlar sanki 🙂
Karşınızda Sara ve Turan…

Öncelikle her ikinize de çok teşekkür etmek istiyorum, röportaj davetimi kabul edip beni kırmadığınız için. Sara bazen Türkçe konuşabilirim Turan ile, kolaylaştırmak ve hızlandırmak için röportajı, o da sonrasın da tercüme eder sana artık 🙂

300258_100520186810358_2043719425_n

Hadi hemen başlayalım. En klasiğinden ve raconundan gelinimizle ve olmazsa olmaz sorumuzla başlayalım, neden Turan 🙂 ?

Turan benim hayatımda tanıştığım en iyi adam, tartışmasız en iyisi, en iyi kalplisi. Onunla tanıştıktan sonra o ana kadar bilmediğim çok farklı şeyler öğrendim ki, farklı dinler, kültürler, hayatlar hikayeler. Benim hayatımı daha mutlu ve mükemmel hale getirdi ve bu yüzden de çok şanslıyım sanırım.

10599269_262458300616545_3254603758032191674_nTuran, neden Sara peki ?

Sara benim ruh ikizim. Ben onun gibi biriyle tanışmadım şu ana kadar. Sara gerçekten çok farklı, çok temiz ve çok özel biri, diğer Çinliler gibi kesinlikle değil. Çevremde olan sizler de zaten gözlemlediniz bunu. Bana değer verdiğini, beni çok sevdiğini her fırsatta gösteriyor ve ben onunla olduğum için çok mutluyum. İyi ki karşıma çıkmış.

Sara, Turan bir Türk olduğu için sormak istedim, çünkü muhtemelen Turandan önce hiç Türkler ve kültürümüz hakkında bilgi sahibi değildin. Farkımız ne, hangi özellikler bizi farklı kılıyor sence?

Türkiye nin iki farklı yapısı var bence. Bir tanesi daha geleneksel diğer tarafı daha modern. Ben daha geneleksel anlayışı seviyorum. Türkiyeyi ziyaret ettikten sonra kültürünüzü keşfetmeye başladıkça çok sevdiğimi fark ettim. Biraz eski stillerde, bağlılıklar da yaşamanızı sevdim sanki. Yemeklerinize bayıldım, özellikle tatlılarınıza. Sanırım klasik Çinlilerden biraz farklıyım, farklı kültürleri seviyorum bu da benim sizin kültürünüze kolay alışmamı sağladı.

Turan kendinde söyledin biz de gözlemliyoruz bahsettiğin gibi. Sence Sara neden diğer Çinlilerden farklı, hangi karakteristiklerde dolayı ?

Bence en önemli faktör ailesi. Şangaya geldiklerinde farkettim ki, diğer Çinliler gibi değiller. Daha sıcaklar, arkadaş canlısılar. Sara bu yüzden diğer Çinlilerden farklı. Ben 7 yıldır Çin de yaşıyorum ve çok fazla Çinli ile tanıştım ama Sara onlardan su götürmez derecede farklı biri. Sanırım tecübelerim bunu söyletiyor bana.

Sara peki, Türkiyeyi ilk ziyaret ettiğinde Turanın ailesi ve arkadaşlarıyla tanıştığında, neydi ilk izlenimlerin ve algıların, tedirgin oldun mu ?

Ben Çin de çok küçük bir yerde hayatıma başladım ve Şangayda şu an ki noktaya ulaştım. Galiba bu benim gerçekten açık fikirli ve görüşlü olmamdan kaynaklanıyor. Turan ile beraber olmaya başladığımızda farklılıkların hayatımızda olacağını biliyordum. Mesela bazen evde yemek yerken, ben Çin yemeği yerken o Türk yemeklerini tercih ettiğinde bile bizim aynı masada olduğumuz gerçeği hep vardı. O yüzden hiç çekinmedim ve önyargıların gereksiz olduğunu düşündüm ve hiç negatifliklere odaklanmadım. Onların davranışlarıda bunu doğruladı ve hiç tedirgin olmadım.

10447704_254974934698215_5923337608896544509_nSara aslında senin durumun burada Turandan daha zor diye düşünüyorum. Turan çok uzun zamandır burda sizin dilinize, kültürüne ve davranışlarınıza daha hakim daha tecrübeli. Ama senin için tamamen bilmediğin bir dünya. Hatta Turanın ailesi gibi geleneksel ailelerde yabancı dil bile bilinmemesi iletişimi nerdeyse imkansız hale getiriyor. Hiç böyle kötü hissettiğin oldumu ? Keşke ingilizce konuşssalar dediğin ? Çünkü ilerde senin Türkçe öğrenmen gerekicek, bu onların ingilizce öğrenmelerinden daha realistik. Bunu seni zorlayan bir şey olarak görüyomusun ?

Tabi ki. Ama burda bahsettiğim gibi, kendime güveniyorum. Çünkü öğrenmeye tutkun olmam benim herşeyiyle işin içine girmem demek. Türkçe öğrenmek, türk yemekleri yapmak, daha çok çay ve kahve içmek gibi J. Benim ingilizcem başlarda çok berbattı inan ortaokula başladığımda. Ama tek başıma , televizon seyrederek, okuyarak, inanılmaz çalışarak çok kısa sürede ingilizceyi öğrendim. Sanırım yabancı dil öğrenmeye karşı yeteneğim var buda bana Türkçe öğrenirken yardım edecek. Şangayda artık çok fazla türk var, ve onlarla tanıştıkça, arkadaş oldukça daha fazla kullanacağım. Ama en önemlisi Turan burada onun bana yardımcı olacağını düşünüyorum ve çocuğumuz olduğunda kimbilir ona Türkçe konuşurum belki 🙂 .

İkinizde geleneksel ailelerden geldiniz. Eminim onlar kendi milletinizden birileriyle izdivaç yapmanızı istiyorlardır. Ama sizi böyle gördükçe onlarda kendi önyargılarını kırdılar. Siz ne düşünüyorsunuz peki ? Bu durum aslında bazen eğlenceli olup daha güzel bir ilişki yaratıyor mu ? Neler yaşıyorsunuz ? Turan ne dersin ?

Bazen oluyo abi. Mesela, ne ingilizce ne Çince yeterli kalıyor birbirimize bazı şeyleri anlatmaya. Kalıyoruz öyle. Fakat bir şey oluyor sanırım bakışlardan, hislerden birbirimize ne demek istediğimizi aktarabiliyoruz. Biraz komik olsada biz bundan çokta memnunuz sanki. Tavsiye ederiz yani korkmasınlar 🙂

Bu bence işe yarar aslında. Mesele saçma sapan nedenlerden dolayı kavga edemezsiniz 🙂 . Bu iyi bir şey bence.

Haklısın bazen o gibi durumlar oluyo kızdığımız zaman birbirimize. Ama bir şey anlamadığımzıdan gülüp geçiyoruz 🙂

Sara, Turan ve bizlerle tanışmadan önce Türkiye ve Türkler hakkında ne biliyordun ? Nasıl bir repütasyonumuz vardı sende ?

Çok fazla bir şey bilmiyordum. Hatta bazı kişiler Çin de Türkiyenin bir ülke olduğunu ve nerde olduğunu bile bilmiyorlardı . Ben sadece Avrupa da bir ülke olduğunu biliyordum, o kadar 🙂

Peki din tarafı hakkında ne düşünüyorsun ? Müslüman bir ülkeyiz biz ve Çin biliyorsun din konularından biraz uzak. Her hangi bir ön yargın varmıydı ?

Burada biz din ile alakalı hiç eğitilmedik, öğretilmedik, bilgilendirilmedik. Benim gerçekten hiç bir fikrim yoktu. Şimdi ilk adımı attım müslüman oldum, bununla ilgili okuyorum, araştırıyorum ve uygulamaya çalışıyorum zaman buldukça. Sanırım sizleri anlamama daha çok yardımcı olacak keşfetmem.

Gelelim olmazsa olmaz sorulara, Sara en çok hangi yemekleri seviyosun 🙂 ?

Sucuk, pastırma, mantı, fasulye. Fasulye pişirebiliyorum mesela 🙂 . Tatlılardan fıstıklı baklava.

Tatlı dedinde, Çinliler bizim tatlılarımız çok şekerli bulurlar. İlginç geldi bana senin sevmen ?

Farklıyım biraz demiştim 🙂

Sanırım bu fark sizi bir araya getiren ve bağlayan etken : ) .

10428543_262458227283219_961262744704488738_n

 

Hadi son sorumuz daha eğlenceli bir yerden gelsin. Bir kız ve erkek çocuğunuz olacağını varsayarsak hiç adları konusunda düşüdünüz mü ? Bir Çince bir Türkçe isim mesela ?

Kız olursa Afet olabilir. Turanın büyükannesinin ismi. Ben çok seviyorum. Çince isim konusunda da babamdan destek alırız belki. Erkek olursa da düşünmedik henüz ama şimdilik Turan Jr. Diyebiliriz 🙂 .

Her ikinizede tüm samimimiyetle sorularımızı cevaplandırdığınız gerçekten çok teşekkür ederim. İyi ki bizlerlesiniz. Sizlere harika bir gelecek diliyorum.

Bizde sana çok teşekkür ediyoruz.

 

23.05.2014 @ Sangay, Kervan Restaurant

Evren

 

* Bu sayfada görüntülenen fotoğrafların ve ilgili yazının tüm hakları saklıdır. İzinsiz olarak kullanmayınız ve paylaşmayınız”

4 MEKAN 4 DALIŞ – 1

Bu blog sizlerin sayesinde devam edecek hayatına derken bir şey biliyordumda söylüyordum.

Tek yapmam gerekenin sizlerdeki gizli cevheri ortaya çıkarmak ve menajerlik yetkinizi bana vermenizi sağlamaktı o kadar  🙂

Ve o yeteneklerden biri şimdi karşınızda “Memoryeater”.

Tutkusunu hobiye çevirmesinin sıcak hikayesini okurken mükemmel lokasyonlar arasında seyahat edeceksiniz ve serinin devamını iple çekeceksiniz 🙂

Evrekka çok sıcak koca bir yazın ardından tekrar sizlerle….

 

1-     OPEN WATER, KOH TAO – TAYLAND

En klişe tabir ile yeryüzündeki cennet sıfatını hak eden Tayland’ın minik adasi Koh Tao’ya ulaşıyoruz….

Bi taksiye atlayıp “hadi bizi merkeze götür!” derken, Amerikan filmi izleyerek büyüyen bir nesil oldugumuzu o an başarıyla gösteriyoruz. Nerde kalınır diye bakınırken en hesaplısından ve en güzelinden bir dalış okulunda buluyoruz kendimizi. Asya kültürünün vazgeçilmezi pazarlık bizi ele geçiriyor ve 4 gece kalış, bir de dalış kursu paketi alıyoruz.. Yol arkadaşım zaten dalgıçmış; 5 senedir nadasta, geri dönüşü olacağını bu toprağın hesaplamamış..  Cahil insan cesur olur derler.. Yalan!!! Cahil insan saf olur. Tüm saflığımla, iyi niyetimle “hadi” diyorum tam bana göre bu iş! Kurs devam ettikçe anlıyorum ki bu aslında baya tehlikeli olabilecek bi iş.. Başlıyor ayaklarım sahile doğru çekmeye.. Bir de tüm gün ders, sınav stresi, akşamları alkol olmaması, “aman çok su için, hava sıcak’ nidaları falan derken darlanıyorum. Ta ki suya girene kadar..

Maskeni temizlemeyi bilmek çok kritik- üsteliyorlar bir daha yap diye.. Biraz burnuma su kaçıyor falan ama çaktırmıyorum; yapışırım ben o maskeye, kımıldayamaz ki.. Antreman yaptığımız havuzda su da tuzlu değil zaten rol yapması kolay oluyor.. Nihayet ilk dalış için sabahın ilk ışıklarıyla teknelerdeyiz.. “Atla” diyorlar tekneden tüm haşmetinle! Benim yükseklik korkum var o.. Atlayamıyorum.. Aslında yükseklik korkusu da değil, kendini yüksekten boşluğa bırakma- yani kontrolü elden bırakma korkusu var bende.. o zaman anlıyorum ki cesaret korkmamak degil.. korkarak üstüne gitmek.. üstelemiyorum tüm gözler üstümde hiç gurur yapmadan iniyorum merdivenleri ayağımda paletlerle.. İçimden hep “bu iş burda bitmedi küçük tekne” diyorum :”yine gelicem!” bi dalayım, seversem, değerse bu eziyete, görüşüceğiz!

Su altı anında büyülüyor tabi insanı.. Dijiturk ekranına bakmak gibi değilmis olay.. O balıklar en renklisinden, o su kaplumbağaları en büyüğünden çarpıyor seni..derken kanallarda bi sorun mu var? çekmiyor muyum su altında? hocam yanıma geliyor, maskemi işaret ediyor, “temizle!” itinayla kafamı iki yana sallıyorum- kaybedecek bir şeyim yok: gururumu merdivenlerde bıraktım öyle geldim ben! iki dakka yukarı çıkamıyorsun ki temizle, cifle in! 10 metre aşağıdasın ilk dalışın,  ya çakılıyorum, ya hop yukarı çıkıyorum- ciğerlerim bu seyahatten elemli.. İşi bilenle yapmanın en iyi yanı yine kendini göstriyor ve 10 kişilik acemi dalış ekibim dengesini zor koruyup bana bakarken  ben maskemi temizlemeyi öğreniyorum tekrar.. o su tuzlu degildi ya- intikam soğuk yenilen bir yemek, tuzlu içilen bir sudur.. burun kanallarımda açılmayan hücre kalmıyor- efsane doğruysa ömür boyu grip olmamayı garantiliyorum.   Dalış dediğin hadise 45 dakka deniz kızı değilsen.. ben 15 dakikasını temizlikle geçiriyorum- derslerde bira içip eğlendigimiz ekip arkadaşlarımın favori tatil arkadaşı olma sansımı orda boğup çıkıyorum tekneye.. herkes ne gördüğünü anlatıyor birbirine, iki arkadaş yanıma geliyor sonra: Ne oldu niye atlamadın? Ayağın mı burkuldu? o paletlerle nasıl indin, biz vazgeçersin sanmıştık çok taktir ettik seni! Bir başkası geçerken laf atıyor elindeki çikolatayı uzatarak: Masken mi gevşekti- çok kötü oldu baya kaçırdın eğlenceyi! Al çikolata ye moralin yerine gelsin, yarınki dalışta alırsın intikamını! birden fark ediyorum herkes kendi benzer sorunlarla nasıl baş eder onu hesaplamış, kimsenin ilk dalış katili olmamışım, sandığım kadar kötü değil durum..rahatlıyorum… ben maskeme odaklanmak yerine varsayımlara odaklanarak temizliği uzatmıştım aslında.. ertelemek günü kurtarmak yok bundan sonra, kurtulmuyor nitekim; o gün bir başka günden alacaklı kalıyor bir kez daha anlıyorum…. Ben ve burnum o suda tekrar maske temizlemek ve tuzlu suda kat be kat yakın ve büyük görünen o canlıları daha yakinen tanımak istiyoruz… Kaptanın yanına gidiyorum bir hızla: “Yarınki tekne yine bu kadar büyük mü olacak?”

Memoryeater

Twitter: https://twitter.com/Memoryeater

30 Ağustos 2014 , İstanbul

IMG_3381

 

 

 

 

 

 

 

* Bu sayfada görüntülenen fotoğrafların ve ilgili yazının tüm hakları saklıdır. İzinsiz olarak kullanmayınız ve paylaşmayınız”

Bİr Yolculuğun Anatomİsİ

Göçebe bir ırk Türkler. Fabrika ayarlarımızda var, DNA larımıza dantel gibi işlenmiş. Bir yerden bir yere hareket etmekle mutlu oluyoruz. İsyanımıza ulvi cevabımız hemen kaçıp bir yerlere gitmek, nerde hareket orda bereket mottomuz. Kanıt mı, istatistik mi ? Son 30 yılda Türkiye de şu anda 53 milyon civarında olan 18 yaş üstü nüfusun 27 milyonu göç etmiş bulundukları yerden. Modern tarihte hiç bir batı toplumunda böyle bir göç yok. Alın size istatistik.
Tabi göç var olan sistemde evrimleşerek farklı formatlara dönüşüyor. İçsel ve dışsal yolculuklar olarak karşımıza çıkabiliyor. Hep bir yolculuk arifesindeyiz sanki. Kızıyoruz, kızışıyoruz tatile çıkıyoruz. Tayin olgusuyla rotasyonlar yaşıyoruz. Bazen işimiz yolculuğa dönüşüyor, yolculuk ana işimiz oluveriyor. Pazarlama, satış, teknik destek pozisyonlarını kendilerine meslek olarak edinen arkadaşlarım ne demek istediğimi çok iyi anlarlar, derin bir iç geçirirler. 4 ten 5 e attıkları vites sayısı, havaalanlarında yaptıkları check in ler, topladıkları mil sayısı onların hayat istatistikleri. O göçebe DNA larıdır asıl onları başarılı kılan bu yolda. Yol hikayeleri de bir nevi motivasyonları.
Bendenizde böyle bir iş yapıyorum şu an. Benim minör farkım bunu küreselleşen dünya geneline yaymam. Minimum 2000 km den başlar genelde mesafelerim. O dünyaya yakın daha olayım abartmayım böyle dedim, bir süre Çin de yaşadım. Ama söz konusu Çin olunca minimum 500 km den başladı yine yolculuklarım 🙂 Şimdi bu yolculukların genel bir anatomisini çıkartayım diyorum fotoroman tadında bu yazıyla. Empati kurarsınız  belki bizlerle, bellimi olur 🙂 Umarım beğenirsiniz.

photo-20Yolculuk hikayelerim Taksilerde başlar benim efendim. Başlangıç diyaloğum çok nettir “Abi 1. köprüden mi gideyim 2. den mi” 🙂 . İlk olarak İstanbul boğazı iyi yolculuklar der bana hep. Şehrin havasıdır birazda benim  havamı belirleyen, boğazdan geçerken bunu hissederim. Bir gözüm sürekli yolda olur, koltuk arasından. Umarım saçma sapan bir kaza olmazda uçağı kaçırmam diye. Program sıkıdır çünkü, müşterilerimiz iş ortaklarımız o programdaki sapmayı zor kabullenirler. Genel olarak sürekli sabaha karşı döndüğümden İstanbula bana ilk “Hoşgeldin” i, “Günaydın” ı da taksiciler derler. Bizim taksicilerin bana kattığı en önemli artılardan biri aslında farkında olmadan gittiğim ülkelerdeki taksiciler ile olan iletişimimi hızlandırmaları. Çinli bir taksiciyle, yarım yamalak Çince ile Hereke halısı muhabbetine girebilmek mesela. Ya da Tokyolu taksiciden benden ne kadar fazla para kazandığını öğrenip, her sene yaptığı tatillerini ağlayarak dinleyip taksiden inmekte diğer bir örnek 🙂

photo-11

Havaalanları bizlerin mabedleridir. İyileri mutluluk salgılar. Singapur Changi, Seoul Incheon, Tokyo Narita ve Helsinki Vantaa gibi. Kötüleri ızdırap olabilir, özellikle lokalleri. Tek bir kriteriniz vardır iç hatlarda, Starbucks olup olmadığı, özellikle Çin de. Benim lokasyonlarım hep gelişmekte olan ve Uzakdoğu ağırlıklı destinasyonlar olduğundan havaalanlarının altyapıları yolculuklarımı çekilir hale getirebilmek için çok önemli. İyi bir business lounge ve güzel bir masaj sizi sizden alabilir mesela.

photo-5Gelelim uçaklara. A-380 hariç hepsiyle hemen hemen uçtum. Uçak önemli rahatlık açısından. Ama hava yolları asıl farkı yaratan. THY Allahı var bu işte artık dünya markası, yiğidi öldür hakkını yeme. Ama en iyisi hangisi derseniz bana göre Singapore Airlines. O kadar farklı havayolları uçtum ki hepsini hatırlamıyorum bile. Bunlardan bazıları Korean Airlines, Asiana Airlines, Garuda Indonesia, Lion Air, Asiana, Air Japan, JAL, Air China, China Eastern, China Southern, Shanghai Airlines, Thai Airways, Air Malaysia, TAM, Aerolinas Argentinas, Cathay Pacific, Hong Kong Airlines, Air France ve diğerleri. En güzel hostesler mi tabiki TAM Brazil de 🙂

photo-12Bu uçuşlar bazen eğlencelide geçebiliyor. Mesela manyağın biri tuvalet camına bu uçakta bomba var yazıyor, teker yere değdiğinde Çinli SWAT komandoları, itfaiye ve Ambulans ile karşılanabiliyorsunuz. Yada üst düzey muhafazakar bir Türk Kamu çalışanının uçakta arka arkaya viskileri götürüp ardından İlyas Salman gibi naralar atıp yolculara tükürmesine ve tüm kabin ekibinin bayan personeline kur yapıp numarasını vermesine şahit olabiliyorsunuz. Ama ne olursa olsun “Business” damarlarınıza kadar işliyor ve kendini net hatırlatıyor, özellikle free upgrade olunca 🙂

photo-4Yol hikayeleri sürekli uçak içiyle sınırlı değil tabi. Sizin yemeklerin dışında ara öğünleriniz onlar. Mesela restorandan çıkıyorsunuz bir bakıyorsunuz, manyak Çinlinin biri kızmış Lamborghini firmasına verdikleri servisten ötürü yakmış arabayı koymuş Lamborghini showroom un önüne. Hey gidi hey , adamlar para var huzur var derken boşuna demiyorlar arkadaşım 🙂 Ya da Inca Cola ile tanışabiliyorsunuz Peru da. Coca Cola ne yapmış etmiş geçememiş adamları pazarda, sonrasında her kapitalist gibi bastırmış parayı almış, al sana para var huzur varın başka bir formatı. Bunların içinde para yok huzur var olan hikayelerde var tabi yok değil. Chengdu da mekanında takılan Panda da kendini bulmak ve çocuk olmanın dayanılmaz hafifliğini o güzelliklerde görmek gibi.

photo-10

Yemek dedikte, bu yollarda bizimde yakıtımız Dünya Mutfağı. İş yemekleri, ofis yemekleri bizim olmazsa olmazımız. Saatlerce yapılan toplantılarda karar alınmaz genelde. Tüm konuştuklarınız yemekte alacağınız karar için girdilerdir bir nevi. Bu bazen Çin in ortasında, bir fabrika yemekhanesinde çalışanlar ile kumanya paylaşmak, bazen de Avrupa da bir yerde güzel bir restoranda üstünüze akın akın gelen kadehlere karşılık vermek şeklinde olur, Savulun bre, bizim atalarımız yıkılmamış ben mi yıkılacağım. Bizim kültürümüz farklı mutfaklara önyargılıdır biliyorsunuz. Ama sakın hayatınıza özellikle yemek konusunda önyargıyı sokmayın. Gittiğinize her yerde farklı tatlara gözü kapalı dalın. İşte o zaman hayatın tadına farklı varacaksınız. Favorilerin ne diye sorarsanız, Çin de Sichuan ve Uygur mutfakları, Japonyada Sushi, Sashimi ve Okonomiyaki, Peru da Ceviche, Kore de Bibimbap, Tayland da Tom Yum Goong, Endonezya da Gadu Gadu, Brezilya da Churrascaria.

photo-21Bizim yolculuklarımız genelde bu detaylar etrafında şekilleniyor sevgili Evrekka okuyucuları. Bunlar belki güzel tarafları. Yorgun gözler, Jet lag ler, her sabah kalktığınızda ulan nerdeyim ben ler , her perdeyi açışta gördüğünüz manzara karşısında aptallaşışınız, trafikte sıkıştığınızda Lima ve Jakartalılarla iletişime geçme çalışmalarınızdaki sanatsal ve bir o kadar ince derinlik, sevdiklerinizin arkadaşlarınızın önemli günlerinde yanlarında olamamanız, sonra onların sizi hatırlamak istememeleri gibi şeylerde diğer tarafı. Varın siz karar verin 🙂

Ama benim sizlere tavsiyem, tüm çıktığınız yolculukların hakkını vermeniz. Onlar size yaşadığınızı hatırlatacaklardır.

Evren

13.07.2014

@Kozyatağı/İstanbul

photo

HANGİMİZ SUÇLUYUZ ? by “BİR ACAYİP ADAM”

Evrekka nın ilk Köşe Yazarı.. Eski ve gerçek dost..Kral adam…
Karşılaştığım en iyi toplum ve sistem analistlerinde biri.. İçinde sürüklendiğimiz yaşamda varoluşu ve yetenekleri ile yapabileceklerini bir bilseniz.. Amma velakin, yaşadığı dünyaya inat gitmeyi tercih ederek seçimini yaptı o.. Artık buradan da o inadını ve isyanını okuyabilecek ve istediğiniz anda ona katılarak paylaşabileceksiniz..
Karşınızda ilk yazısıyla Bir Acayip Adam…

HANGİMİZ SUÇLUYUZ ?

O PİTİ PİTİ KARAMELA SEPETİ…

Bugünkü “denek”imiz henüz sistemin torna tezgahından geçmemiş, 6 yaşında, 1.sınıf öğrencisi  junior “Bir Acayip Adam”.

Sabah sabah bu maymuna soytarı soytarı hareketler yapıyorum. (İçeriği boş, şekli kof egemen güç icraatları misali).

Annesi “bu çocuk neden bu kadar gülüyor acaba” diye mutfaktan gelip bakıyor. (Bizim evde bile kadının yeri mutfaksa bitmiş bu memleket)

Annesi de mutfaktan gelip bakınca benim gayet mülayim bir şekilde oturduğumu görüyor.

-Oğlum ne oldu, ne gülüyorsun bu kadar?

-Babam komik hareketler yapıyor.

-Hayır ben bir şey yapmıyorum, çocuğa bir şeyler oldu, kendi kendine gülüyor.(Takdir-i İlahi işte)

-Hayır anne, babam güldürüyor.

-Ben bir şey yapmıyorum.

-Yapıyorsun baba.

-Hayır yapmıyorum, ispatın ya da şahidin var mı?

-???

-Sen yaptın diyorsun, ben yapmadım diyorum, ikimizden biri yalan söylüyor.

-???

-O zaman bir tekerleme sayalım, kim çıkarsa o yalancı demektir.

Egemen güç burada zayıfın da hoşuna gidecek göstermelik bir adalet mekanizması kurar, neticesini önceden bilir ve kendini haklı çıkaracak şekilde uygulamaya koyar. Zayıf, bunu sadece bir oyun zanneder, gerçekten de bir “oyun”dur, ama onun bildiği kadar masum olmayan bir “oyun”.

-Tamam baba.

-Başlıyorum, o piti piti karamela sepeti…

Zayıf, “oyun”un hala adil olabileceğini düşünürken bir şeyi unutur; Adalet, “Mülk”ün yani “Malik”in yani “Egemen”in temelidir.

Hiçbir “usta” kendisinin de içerisinde yaşayacağı binanın “temelini” sarsılacak ya da yıkılacak şekilde yapmaz. Bu ancak deprem vazifesi görecek ve bu inşanın yıkılıp yerine “yeni”nin yapılmasını sağlayacak bir güçle mümkündür.

-Bak sen çıktın oğlum, demek ki sen yalan söylemişsin.

-Ben yalancı değilim baba, ben suçlu değilim.

-“Adil oyun”umuz böyle söylemiyor ama, seni suçlu ve yalancı olarak gösteriyor, başka ne yapabiliriz ki?

“Denek”imizin gözlerinin dolmasından da anlaşıldığı üzere; “Zayıf denek”, masum olduğunu biliyor ve olaylara sebebiyet veren asıl suçluyu da… Fakat suç ve adalet aynı kişinin tekelinde…

Ne yapılabilir ki?

-Evet oğlum başka ne yapabiliriz ki?

-Bilmiyorum baba.

-Zaten ben de senin “bilmemeni istiyorum”. Fikrinin olmamasını, alternatif bir adaletin, alternatif bir sistemin olmamasını istiyorum.

Sen bilmediğin sürece ben kuralları koyarım…

Ve sen sadece “Oyun”un bir parçası olursun…

08/06/2014 Bir Acayip Adam

Dİnçer Mola = Şangay Muhtarı

O bir Şangay Muhtarı, O bir on numara adam, o bir Dinçer Molaaa..

İyi bir kalbe sahip olup, hala kimseyi kırmadan yaşamayı başaran biri o.

Evrekka da All Stars” köşesini açarken benim en büyük güvencem sizlerdiniz. Etrafım o kadar birbirinden değerli ve inanılmaz işler yapan arkadaşlarım, dostlarım, tanıdığım insanlar ile dolu ki bu köşenin hiç boş kalmayacağına inandım sayenizde. Dinçer de onlardan bir tanesi.

Benim Dinçer ile tanışmam 2010 yılı bir Mayıs ayında bir ofis arasi öğle yemeğinde başladı. Şangay a bir bavulunu alarak giden ben etrafımda binlerce Çinli arasında sıkışmışken hızır gibi yetişti ve sonrasında Şangay da sınırsız geyikler, geziler, komik anılar ve Playstation maceraları ile dopdolu bir dost kazandırdı bana.

Amatörce başladığı hobisi şimdi onu Şangay ın rehberi haline getiriyor. Artık insanlar önce onun sitesinden keşfetmeye başlıyor bu şehri, ve o herkese elinden geldiğince yardım etmeye devam ederek eşi Müge ile beraber mutlu bir hayat yaşıyor dünyanın yeni parlayan yıldızında…

Evrekka gururla sunar sayın takipçiler; Dinçer Mola, www.sangayrehberi.com

Sayın Mola.. Şerefler verdiniz efendim röportajımıza.. Klasikten taviz vermeyen sorularımızla başlayalım hızlıca. Dinçer Mola ve Şangay nasıl bir araya geldi, Evrekka okuyucularına paylaşabilirmisin ?

Dinçer ve Şangay dan önce Müge ve Şangay bir araya geldi aslında.. O zaman nişanlım olan Mügenin Şangaya iş gereği atanması beni de buraya bir anlamda getirdi diyebiliriz. Öncelikle 1 sene tek başına idi Müge burada ve tabi ki zor oluyordu bunu yönetmek. Bu süre zarfında bende bir kaç kere turistik ziyaret yapıp Şangay ı keşfetmeye çalıştım ve sonrasında baktık ki beğendik, buralarda yaşayabiliriz bende Şangaya geldim ve 2009 yılının sonunda itibaren hayatımızı burada sürdürüyoruz.

– Şangayrehberi fikri nasıl ortaya çıktı?

İlk başta mesafe olduğu için aile olan iletişimi arttırmak idi amaç, buralarda neler yapıyoruz neler ediyoruz aktarmak gibi. Çünkü sürekli arayıp konuşabileceğimiz bir durum yok, bu yüzden dedim bir web sitesi yapayım. Hani, bu kadar bir Şangay Rehberi olmak fikri yoktu. İlk aldığım domain de şangay.wordpress.com idi aslında. Burada gezdiğim yerleri, aktiviteleri resimleri falan koyarak yazmaya başladım.

– Peki bu noktaya nasıl geldi, insanların Şangay Rehberinden haberdar olması nasıl başladı?

Öncelikle içeriği güncel tuttum. Herhangi bir bloğa başladığınızda en zor şeylerden biridir sürekli güncelleyebilmek. Ben işim gereği sürekli bilgisayar başında olduğum için bloğu da aradan çıkartabiliyordum. Gerek hafta sonları, gerek hafta içi akşamları olsun sürekli içerik güncellemeye başladım. Böyle olunca da arama motorlarında Şangay, Çin, Şangay ile ilgili bilgiler aranınca da yavaş yavaş üste çıkmaya başladı site ve yorumlar gelmeye başladı. İnsanlar birbirlerine söylemeye başladı. Ben biraz Facebook ta, Twitter da tanıtmaya başladım falan ilgi seviyesi artınca. Bir de wordpress bloklandı Çin de. Öyle olunca da bende şu anki şangayrehberi.com domain ine geçtim. Sonrası Allah yürü ya kulum dedi olayı bir nevi abartılı olsa da 🙂

– Bütün bu anlattıklarına bakıldığında, arama motorlarında yukarıya tırmanman, aslında bu işi iyi yaptığın anlamına geliyor bana göre ve Şangayrehberi nin gerçektende bir rehber olmayı başardığı olduğu ortaya çıkıyor. Gelecekte hem Çin, hem de dünya için çok önemli bir şehir olacak olan Şangay da tüm Türklerin rehberi olmak nasıl bir duygu ? Bu hale geldikten sonra sen farklı hissetmeye başladın mı ? Mesela, işte artık daha çok bilgi girmem lazım, daha çok içerik yaratmalı gibi bir duruma dönüp stres yaratıyor mu bu durum ? Yani insanlar sadece yemek, restoran, aktivitelerden ziyade, aranılan bir şey nerede bulunur bu şehirde gibi, ihtiyaçları olan şeylere de ulaşımını hızlandırıp kolaylaştırıyorsun çünkü.

Bir yandan, sorumluluk duygusu yüklüyor. Öte yandan bir hobi olarak yapıyorum ben bunu, herhangi bir kazancım vesaire yok. Sadece sevdiğim bir iş yazmak. İnsanlar ilgi gösterince dengeyi kurmaya çalışıyorum, işi gücü aksatmadan bir yandan içerik girmeye çalışıyorum, biraz zor bir iş açıkçası. Örneğin bir Türk restoranı açılıyor, hemen gidip yazmam lazım gibi bir şey oluşuyor, heyecan oluyor böyle 🙂

– Bu şehirde seni en çok çeken nedir?

En çok çeken farklılık, kültürün etkisiyle sürekli beni şaşırtması şehrin. Avrupa da mesela bir yerden bir yere geçince çok fazla bir fark göremezsiniz. Ama burada her şey farklı. Tüm bu kültürün gelenek ve göreneklerini görmek, bazı durumlarda verdikleri tepkileri gözlemlemek, örneğin komşular ile ilişkiler, taksicilerle muhabbetler acayip güzel bir anı oluyor. Buda beni çok çekiyor, herşeyin yazılacak bir hikayeye dönüşmesi yani.

– Peki, Çinli olmak mı ve Şangaylı olmak mı ? Biz Şangay da yaşamış insanların Şangay ın Çin olmadığını söyleriz. Bu konuda bir şey söylemek istermisin ?

Aslında Şangaylılar da biraz farklı görür biliyorsun. Buranın bir New York gibi metropol olduğunu ve uzak doğunun Parisi olduğunu söylerler. Şangayın her yerinde gerçek bir Çin tecrübesi yaşayamazsınız. Mesela nehrin karşısına Lujiazui tarafına giderseniz, gökdelenler ve iş merkezlerinden burası Amerika mı Çin mi diye ayırt edemezsiniz insanlar olmasa. Yüzde yüz bir Çin tecrübesi sağlamaz Şangay. Burası gerçek Çin değildir yani.

– Şangayrehberi çok popüler hale gelmeye başladıktan sonra öyle istekler geliyordur ki sana, öyle farklı şeyler danışıyorlardır ki insanlar. Sadece yazılarına yapılan yorumlar değil, iş ile alakalı sorular geliyordur, kendi fikirleri ile alakalı sorular geliyordur, nasıl değerlendiriyorsun bunları ? Var mıdır ilginç talepler ve bunlar ile ilgili komik anıların ?

Tabi ki olmazmı. En son mesela şey gelmişti, kendi cep telefonum yada başka bir arkadaşımın hesabını kullanarak Taobao ( Çinin en büyük online alışveriş platformu, www.taobao.com) hesabı açabilir misiniz gibi. Türkiye de yaşayan bir arkadaş Taobao hesabı açmaya çalışıyor ama Çin telefonu lazım, o yüzden bana ulaşıp telefonumu kullanarak Taobao hesabı açıp şifreyi kullanıcı adını bana gönderir misiniz şeklinde bir ricada bulunmuştu. Tabi yapamadım zaten telefonum hesabıma bağlı olduğu için. Bu tür istekler geliyor, bende olumlu yaklaşmaya çalışıyorum kırmadan istekleri. Kendim yapabildiklerimi ben yapıyorum yada bilgi olan yere yönlendirmeye çalışıyorum. Ama dediğin gibi bayağı ilginç talepler geliyor 🙂

– Şangay artık global dünyada çok önemli bir çalışma merkezi. Bir çok Türk de artık buralara expat olarak çalışmaya, yaşamaya geliyor. Hiç böyle bir teklif alıp ta sana danışanlar oluyor mu karar aşamasında iken? Böyle durumda senden gelecek değerlendirmeler onlar için çok önemli oluyordur, haksız mıyım ?

Öyle aslında bir kaçtan da fazla durum var. Teklif alıp Şangay da çalışılır mı, ne kadar maaş teklif ederlerse gelmeliyim, koşullar nasıldır, yaşam ne kadar pahalıdır gibi detay sorup bilgi almak isteyenler epeyce oldu yani.

– Peki bundan sonra şangayrehberi format değiştirecek mi? Daha global, daha profesyonel ve İngilizce içerikler gibi mesela.

Zaman olsa keşke, dizaynı falan değiştirmeyi düşünürüm. Mesela, daha profesyonel temalar kullanmak gibi. Ama zamansızlıktan dolayı bu çizgide devam edecek diye düşünüyorum.

– Bir gerçek var senin de bahsettiğin gibi, Şangayrehberi varsa Müge nin sayesinde var. Mügenin sana katkısı oluyor mu ? Mesela sen ona ev işlerinde yardım ediyorsun 🙂 o da sana içerik ve paylaşımlarla destek veriyor gibi.

Ev işlerinde çok anlamıyorum ama 🙂 buna rağmen karşılık beklemeden yardım ediyor. Sağolsun yazı yazıyor, fikir veriyor, gittiğimiz yerde fotoğrafları o çekiyor. Aslında kendi sitesi de var www.notdefterimm.com burdan da reklamını yapıyım. Ona rağmen kendi sitesinin yanında bana da çok destek veriyor.

– Son soru, Şangayı tek kelime ile tanımla dersem, ne dersin?

Zor bir soru. Hmmm… “Farklı” derim herhalde. Farklı bir şehir. Türkiye deki ben ve zamana göre gerçekten farklı bir yer burası.

– Peki bir blog üstadı olarak Evrekka hakkında ne düşünüyorsun ?

Öncelikle Evrekka.com u gönülden destekliyorum 🙂 Daha çok içerik girilmesini rica ediyorum. Elimden ne geliyorsa da gelişimi açısından her zaman da hazırım.

– Biz Evrekka okuyucuları olarak, Şangay ı seven, gelmeye meraklı, burada yaşayan insanlar olarak gerçekten çok teşekkür ediyor ve başarılarının devamını diliyoruz. Bizlerde senden daha fazla içerik ve Şangay hakkında çok daha fazla ilginç haberler bekliyor 🙂 ve röportaj için teşekkür ediyoruz.

Bende çok teşekkür ediyorum.

@ Şangay/Çin/24 Mayıs 2014

 

Başka Türlü Bİr “İsmaİl Özger”

Başka Türlü bir adam….

Hayata gerçekten başka bakabilen, sadece bakmakla kalmadan onu başkalaştıran birisi o.

Özcan ile röportajımı yaparken nerde olursa olsun onlardan diğerini de bulup Evrekka takipçilerinin huzuruna çıkarmayı kafaya koymuştum. Dediğimi de yaparım biliyorsunuz 🙂 . Fazla uzatmadan, bir fırsatını bulup Japonya ya Dinçer Mola ile gidip saklandığı yerde buldum çıkardım kendilerini.

Uzatmadan hemen sizleri onun dünyasını, dünya turunu, durup durmadığını, cesaretini, yanlızlığını, isyanını, mutluluğunu, huzurunu içine kattığı röportajı ile baş başa bırakalım.

Ve karşınızda İsmail Özger…

Evet İsmail bey.. Hiç uzatmadan sorularımıza geçelim, ardından da bu güzel ortamın keyfini çıkaralım diyorum, ne dersin ?

Tabi ki.. Öncelikle hoş geldiniz Japonya ya diyorum tekrar.

Rica ederiz ne demek, gerçi röportaj bittiğinde son bir teşekkürümüzle mutlak kapatacağız ama 🙂

Hadi ilk soru hemen başlayalım, Başka Türlü Bir Şey derken, gerçekten şu an ki başkalıkta bir şey mi kastediyordun kendine acaba ?

Yok o zaman sadece yola çıkmak vardı aklımda.. Herhangi bir beklenti yoktu. Şöyle olsun, böyle olsun diye bir şey yoktu. Bir yola çıkayım, nehir kendi yolunda aksın gitsin, bakalım nereye gidecek diyordum. Nereye gideceğini gerçekten bilmiyordum yani.

Onun sonucunda şimdi buradasın, o nehir beni buralara kadar getirdi diyorsun yani.

Bir nevi.. Nehir akmaya devam ediyor ama.

Gözüküyor ki, burada olmandan, yolculuğun hala bitmemiş gibi. Öylemi gerçekten ? Şu an Japonya da sın, bu yolculuk bitmiş gibi mi, devam ederse de nereye kadar devam edecek ? Bir sonraki destinasyon neresi olur, var mı kafanda planlar.

Aslında fiziksel ve kafa yolculuğu olarak tanımlayabilirim bu yolculukları iki kısımda. Fiziksel anlamda artık uzun yolculuklar planlamıyorum, arkadaşlarımla, ailemle, herkesle yapılan tatil amaçlı yolculuklar tabi ki olacak. Ama diğer yolculuk diyorsan, değişim ivmem arttı diyebilirim.

İvmem arttı derken, daha sık yolculuklar mı gelecek, bunumu kast ediyorsun?

İvmem arttı derken, yurtdışında yaşamaya başladım. Düşüncelerimin değişimi, evrimi arttı. Yeni şeyler öğrenmenin yolu açıldı, çok daha fazla şey öğrenmeye başladım. Daha hızlı adapte olmaya başladım. Yani değiştiğimi hissetmeye başladım.

Şimdi burada durup, Özcan ile başladığınız yolculuğa gelelim. Aynı soruyu soracağım onada sorduğum gibi, ne kazandırdı ne kaybettirdi bu yolculuk sana? Şu anda bakarsan, kaybettirdiklerimi fazla, yoksa kazandırdıklarımı ?

Bana sorarsan kazandırdıkları daha fazla. Gerçi başka birine sorsan kaybettikleri der muhtemelen ama 🙂 . Keşke çıkmasaydım dese idim, o zaman kesin kaybettim diyecektim. Fakat kazandım diyorum, çünkü bir şey kaybettiğimi düşünmüyorum.

Pişman olduğun ufak ta bir şey yok mu ?

Şöyle var, daha önce yapsaydım keşke, öyle pişmanlık var 🙂

Ailen bu durumunu tabiri caizse kanıksadı mı sence ? Ben onların Maddi Manevi anlamda, inanılmaz bir destek verdiğini düşünüyorum gerçi, nasıl yorumlarsın ?

Ailem ile aramda çok net bir kuşak farkı var. Belli şeyler yaşadıktan sonra git gide de açmaya başlıyorsun. En neti aslında, beni anlayamıyorlar bu durumun. Çok destek olmuyorlar, yani devam et demiyorlar. Aslında bir nevi köstek olmayarak destek oluyorlar. Kabullenme durumu, ben nasıl istersem, ona saygı duyuyorlar. Onlar sürekli yanlarında olmamı istiyorlar, ben uzak oldukça da tam destek içlerinden gelmiyor açıkçası. Burada Japonca öğreniyorum diyorum, Annem hala iyi bak burada iş bulmana yardımcı olur dönünce, ne güzel diyor mesela 🙂 . Hep döneceğime kurulu bir algı var.

Peki o kadar ülke gezdin, şu an burada olmandan yola çıkarak, Japonya seni en çok etkileyen ülke diyebilirmiyiz, yada hangi ülke en çok gönlünü çaldı ?

Her zaman yurtdışında yaşama hayalim vardı benim, sürekli kasmıştım, askerlikten sonra özellikle iş için. Çokta başarılı olamadım, internetten bir yere kadar. Daha sonra bu dünya turu gündeme geldi. Sonra dedim ki kendime, ya yolda bir şey olur, çıkar kalırım oralarda. O zaman Japonya ya geldiğimizde burayı çok beğenmiştim. Geri döndüğümde belli bir süre sonra bunu fark ettim. Yurt dışında yaşama isteğimin arttığını anladım. Gezerken tabi çok yer gördüm ama burada yaşamak eğlenceli olur diye içimde kalmıştı hani. Gidip Afrika ya da Moğolistan da yaşamak olabilirdi oraları da sevmiştim ama 1 numarada hep burası vardı. Medeni ülkede yaşayıp, gerçekten onun ne olduğunu hissetmek istedim aslında. Yaşaması ve gezmesi keyifli yerde..

Özcan ile yolculuğunuza döndüğümüzde, hiç kavga edip birbirinize trip attığınız, sonra da ya arkadaş biz nerde kime şekil yapıyoruz diyerek tekrar barıştığınız oldu mu ?

Ufak tefek tabi ki. Ama en majörü, bir nevi sert tartışmalara girdiğimiz tek bir an vardı, en down olduğumuz nokta. Psikolojinin tavan yaptığı, Mumbai de tren istasyonunda pasaportları, her şeyimizi çaldırdığımız zaman yani. Çok şiddetli bir gerginlik vardı. Aslında gerginlik bu yolculuğa devam etmekten geliyor idi. Yoksa dönmeye kalksak bu kadar olmazdı. Çünkü, konsolosluk bizi geri göndermeye çalışıyor, biz daha devam edeceğiz yolun yarısındayız, dönmek yok diyorduk. Onun, yani tren istasyonunda aç, susuz 3 gün yatmanın gerginliği vardı. Neyse, tam işleri yoluna koymaya başlamışken, o kadar ufak bir meseleden patlama oldu ki, hangi trene bineceğiz, sen bunu dedin, ben bunu dedim derken tartışma oradan çıktı. Özcan kalktı gitti, bir anda farklı trenlerde birbirimiz kaybettik.

Haydaaa, sonra nasıl buluştunuz peki o durumda ?

Facebook tan. Sen neredesin, Delhi de 1 günlük mesafe, ben burada Mumbai de derken 1-2 gün sonra tekrar buluştuk. Yani çok büyük kavgadan ziyade arkasının beslendiği bir gerginlik yaşadık üst üste gelen olaylardan dolayı.

Bunu bilmiyordum bak, öğrendiğim iyi oldu 🙂

Yani kavga o, kişisel fiziksel bir şey değil ama. Sebepte yok aslında, arkasında olan gerginlik, üst üste gelen şeylerdi.

Özcan olmasaydı, yani başka biri olmasaydı tek başına bu kararı alırmıydın ? İtici güç önemli, yanlız bu cesareti bunu gösterebilirmiydin. Mesela son dakikada Özcan bir nedenden dolayı iptal etseydi, tek başına çıkarmıydın dünya turuna hazırlıklar tamam iken.

Yapma isteğim hep vardı ama aktivasyon çok önemli. Beni ilk aktive eden Özcan oldu. Ama ben ilk seferinde evet demedim, tam cevap vermedim. Başka planlarım vardı. Yurtdışında mastır ayarlamıştım, kabul almıştım Polonya dan, her şeyi ayarlamıştım. İşletme mastır ı yapayım, sonrasında bir yerde işi bulurum diyordum. O sırada Özcanın teklifi geldi. Ona dedim şimdi gelirim dersem onun anlamı giderim. Sana söz verirsem, artık o kararı alır ne olursa olsun giderim, tek başıma da çıkarım. Düşündüm taşındım, master dan vazgeçip tamam gidelim dedim. Ondan sonra bir engel çıksa tek başıma çıkardım asla durmazdım. Ama en baştan diyorsan aktive eden Özcan oldu.

Peki Özcan ile sizi kahkaha attıran, çok güldüren bir olay oldu mu, kendinizi kopmuş vaziyette bulduğunuz hatırladığın en komik an ne var 🙂

Böyle çok an var. Yani, kuvvetli kahkaha attırmasa da çok komik şeyler yaşadık. Mesela bunlardan biri Mumbai tren istasyonunda olmuştur. Trajikomik mi deriz artık bilmiyorum. Bittiğimiz, pasaportlarımızın çalındığı bir anda, kimliksiz, aç oturuyoruz. Hintli elemanın biri gelip bize Türk müsünüz diye sormuştu. Türküz dedik. GS limi FB limisiniz dedi. GS liyiz dedik. Dün İBB ye yenildik ya dedi. Baros gol attı, Hagi yi gönderecekler galiba dedi. Kahkahalar atmadık ama saçma komik bir olay yani. O an nerdeyiz ne durumdayız derken biz, hadi eyvallah dedi gitti. Bence trajikomik bir olay yani.

Türkiye ye döndükten sonra anlaşılma probleminin en büyük sorunun olduğunu düşünüyorum. Kimse senin ne anlattığını anlamadı muhtemelen. Şey gibi değil, yani gidip 15 sene sonra bir yerden dönmüyorsun ama yine de büyük bir anlaşılmama problemi yaşıyorsun. Bende aynı şeyleri yaşadım fakat sanırım sizin durumunuz daha farklı.

Bu konu üzerinde fazla konuşmadım aslında. Ailem ile de fazla konuşmadım. Mesela bir kere bile döndükten sonra nerelere gittin, nereleri gördün sormadı annem, hiç bir soru gelmedi. TV de seyretmemişlerdir bile. Döndüm geldim hiçbir şey olmamış gibi akşam yemekte ne yiyelim muhabbeti. Yoldayken de mesela, ne yiyiyorsun, çamaşırları nasıl yıkıyorsun. Nerdesin yok mesela. O kadar farklı bakış açısı ki. Anlamalarını beklemiyorum açıkçası, çok normal.

Yani ufak bir merak ta yok. İşte getir fotoğrafları bakalım anlat bize yok değilmi 🙂

Yok abi. Video yaptık Türkiye de bir çok insan biliyor. Tamamını izlememiştirler bile. Diğer insanları çevremde dersen destekleyenler de var, anlayanda var. Beni anlamayan insanlar hayatı kakakikiri yaşıyor bu adam modunda olanlar. Bende onları anlayamıyorum açıkçası. Karşılıklı anlaşılamayanlar.

Şimdi dürüst olalım, yanında güzel bir kız arkadaşında var ama sende dünyanın en güzel ve en vasat kızları nerde abi. İkiye ayıralım istersen fiziksel ve overall diyelim 🙂

Ben fiziksel olarak Asya yüzünü seviyorum. Onların içinde de Kore kızları en güzelleri. Karakterlerinide katarsan içine tanıyabildiğim kadarıyla Japon kızları. Zaten kızlarını beğenmediğim bir ülkede yaşamam. Beğenmediklerim ise çekici bulmadığım Hindistan kızları. Hijyen açısından zor. İkili iletişime bile giremiyorsun. Dünyanın başka neresine gidersen git, bir şekilde göz göze gelip tanışabilirsin. Hindistan da 5 hafta kaldım bir kez bile göz teması kurmuşluğum yok. Baskı da var üzerlerinde kurmuyolar zaten.

Bunca şeyden sonra, tamam çok kötü yerlerde var, elinde imkan olsa hala Türkiye de doğup büyümek istermisin. Şu anki konumundan ve durumundan dolayı soruyorum bunu 🙂

Türkiye de doğup büyümek zor gerçekten. Açıkçası Milliyetçilik duygularım törpülendi. Tüm insanlar benim için aynı artık. Türküz en büyük biziz yok gibi. Önceden öyle şeyler hissediyordum da, artık yok gibi. Benim için farketmiyor yani Alman, Türk ya da Laos lu doğmuşum. Ama daha özgür bir ülkede doğmak isterdim. Zaten sen seçemiyorsun ki o yüzden doğduğun şeyle övünmek saçma oluyor bana göre.

Benim inandığım bir şey var, çok gezenin çok bildiğinden ziyade, daha çok karşılaştırma yapma şansına sahip olduğundan işinin zor olduğuna inanıyorum. Bu da sanki daha fazla acı çektiriyor. Katılır mısın ? Ben daha çok karşılaştırma şansına sahip oldum, döndükten sonra daha çok üzüldüm. Sen ne dersin ?

Yüzde yüz katılırım. Olay senin resme nasıl, nerden baktığın ile ilgili. Resmin içinde gömülüp gittiğinde hiç bir şey farkından da değilsin. Kafanı kaldırıp uzaktan tüm resimlere ve senin resmine bakma şansın oluyor. Türkiye de doğup büyüyen çoğu insan o kafayı kaldıramıyor. Belli ülkede olan, belli bir hayat tarzı olan insanlar bunu yapabiliyor. Ben bunu yapabilmek için çıkmamıştım yola, fakat böyle bir sonuç doğurdu. Şimdi bazen gömülebiliyorum o resmin içine ama kafamı da kaldırabiliyorum tecrübelerimden dolayı. Türkiye ye döndüğümde de bazı şeylerin daha da farkına varmamı sağladı bu.

Evet sayın Özger Evrekka bu röportaj için kalktı geldi seni okyanus ötesinde buldu 🙂 . Çok takipçiniz oldu dünya turundan sonra. Onlardan başka arkadaşların ve yakın çevren seni merak ediyor, İsmail şu an neler yapıyor diye. Sen ne söylemek istersin onlara, nasıl bir mesaj gider bizim aracılığımızla ?

Benim tanıştığım insanlara, arkadaşlarıma, öğrencilerime herkese empoze etmeye çalıştığım, insanların ne söylediğine kulak asmamak, bu çok önemli. Herkesin içinde farklı biri var ama tekdüze yetiştirilmekten dolayı kalıba sokulmuş ve o kalıbın dışına çıkmaya acayip korkuluyor. O kalıbın dışına en ufak çıkan biri uniqe bir adam oluyor, yaratıcılığı ortaya çıkıyor. O yüzden içlerinin farkına varmaları, kafalarını kaldırmaları lazım insanların. Bunu herkese söylüyorum. Hayatın merkezine işini yerleştirmemelerini, hayatta kalmak için gerçekten zevk aldıkları işi yapmalarını tavsiye ediyorum. İllaki sevdikleri bir şeyler vardır, araştırıp bulup keşfetsinler. Hayatın diğer noktalarından zevk almaları lazım. Sosyal aktiviteler yapmalılar. O zaman zaten hayattan bir şey anlıyorsun. Ne için yaşıyorum sorusunu herkes kendisi araştırsın ve bulsun, peşinden koşsun özetle. Ben bile buldum demiyorum, arayıştayım hala.

İş güç dedin, biz senin bir yazılım uzmanı olduğunu biliyoruz. Şimdi burda İngilizce öğretmenliği yapıyorsun. Nasıl bir şey Japonya da öğretmen olmak ?

Öğretmen olmak için gelmedim aslında buraya. İş için değil de yaşamak için geldim. İş yaşamak için bir araç. Ne yaptığımın bir önemi yoktu. Geldim buraya housekeeping te yaptım mesela. Temizlik yaptım, yatak yaptım. Sonra Kore ye gidip orda çalışmışlığım var kısa bir süre. Barmenlik yaptım, bulaşıkçılık, aşçılık yaptım. Her türlü işi yaptım yaşama tutunmak için. Sonra daha iyi fırsatlar çıktı. Tecrübemi daha rahat kullanabileceğim, daha sosyal olabileceğim İngilizce öğretmenliği çıktı o fırsatı yakaladım. Daha değişik şeyler denemek istiyorum aslında. Yeni şeyler denemek yani, onlar seni hayatta tutuyor. Benimki son derece enteresan bir deneyim oldu. Şimdi öğrencilerimle de daha üretken olduğumu düşünüyorum. Bir şeyler verdiğimi hissediyorum, daha bağlıyım işime severek yapıyorum. Onlar İngilizce konuşmaya başladığında acayip mutlu hissediyorum mesela. Ben sorunu kaçırdım galiba ya. Burada her şey çok rahat. Çocuklarla olmakta enerji veriyor çok keyifli.

Ben aldım sorunun cevabını merak etme 🙂 . Geldik röportajın sonuna. Clara ile sana bu güzel hafta sonu için çok teşekkür ediyoruz. Çok eğlendik ve çok güzel bir ülke gördük. Sizleri de artık en kısa zamanda İstanbul da ağırlamayı umuyoruz.

Eyvallah bizde çok teşekkür ediyoruz buralara geldiğiniz için. Dünya turu sırasında Şangay daki iki haftalık misafirperverliğiniz içinde teşekkür ediyoruz. Kaygısızlar gibi Dinçer de enerji depolayıp, senle Şangay da dışarı çıkmak harikaydı. Tekrar çok teşekkürler.

@Kitakyushu\Fukuoka\Japonya\ 18 Mayıs 2014

 

SÜRDÜR GİTSİN !

Sizce dünyadaki en büyük sorun ne diye sorsam, önce, EKONOMİ, İŞSİZLİK, AÇLIK, DEMOKRASİ, SAVAŞLAR vb. gibi klasik cevaplar verirsiniz..

Ardından, dertliyseniz ki mutlaka vardır olmaz mı, kendinizi dünyanın en bahtsız, en problemli insanı olduğunu düşünür,  gözünüz başka bir şey görmez ve OKUL BİTMİYOR, SEVGİLİMDEN AYRILDIM, BIKTIM ARTIK DAYANAMIYORUM, PARA YETMİYOR gibi dertlerinizi büyük sorun edersiniz. Bir bakıma sizsinizdir canım dünyanın en büyük sorunu.

Aslına bakarsınız pek farkında olmasakta dünyanın en büyük sorunu, sorundan ziyade bir durum. İngilizcede bir kelime yeterli kalmayarak iki kelimenin birleşmesiyle tanımlanmış, herkesin hayatındaki en büyük virüs, SUSTAIN-ABILITY yani SÜRDÜREBİLİRLİK.

the-earth-our-blue-planet-34218Her mavi gezegen bireyi, doğumdan ölüme kadar çeşitli kazanımlara sahip oluyor bir şekilde, ya zengin oluyor, ya yükseliyor mevki ve kariyer yapıyor, ya da maddi durumu kötü olan biri bile öyle bir an geliyor  ki cebine giren nakiti mutluluğa çevirip, değerini bilmeden hızlıca çarçur bile edebiliyor.

Şu fani dünyada, en yolunu kaybetmiş kendinden geçmiş bölgelere bile sukünet ve istikrar bazen uğrayabiliyor.

 

Fakat gel gelelim bu kazanımlar ne kadar yerinde duruyor, ne kadar sizlerle beraber kankanız olarak takılıyor işte gözden kaçan asıl mesele bu. Bence stress denilen illeti, büyük problemlerin ana kaynağı haline getiren, uğrunda verdiğiniz belirsizliklere gömülmüş olan bu savaş. Farlarınız yansada, öyle bir kaplamış ki dünyanızı belirsizlik bulutu, geçmiş olsun birader artık fazla çok kasmasanız da olur.  Soğuk su için üstüne bir bardak diyeceğim ama, içecek su falan da kalmayacak bu gidişle çok yakın zamanda. Aklınız ve inancınız muhalefet edip sizi uyarsa da , o yüce benliğiniz ve çevrenizin etkisinde o kadar kaybolmuşssunuz ki, asıl ev sahibinizin var oldukça sizin de var olacağını tamamen unutuyorsunuz. Kısaca, herşeyden önce,  herkesden önce, o sürdürecek ki varlığını, siz pazar sabahı güzel bir kahvaltı ile güne başlayacaksınız boğazda mesela. Sadece siz değil, sosyal medyada fotolarını sürekli paylaşıp bir yıldız gibi hissetirdiğiniz çocuklarınız ve onlarında arkasında gelecek modern yeniçeri torunlarınızda.

Bizler dengesiz ve saçma saparak birbirimize şekil yapmaya devam ederken, allahtan bu iş için kafa yoran güzel insanlar var bu dünyada. Bu topraklarda doğmasa da, aralarında bir Türk bile var.  Evet sayın takipçilerim, Leyla Acaroglu nun TED teki konuşmasıdır bana bu yazıyı yazdırıp, çakrayı bir kez daha açtıran.  Kendisi bir eko inovatör olarak, yaşam ve ürün döngüleri üzerinde  sürdürülebilirliğe, servis ve ürün bazında yapacağımız dizayn farklılıklarıyla katkıda bulabileceğimize inanan ve bunu gerçekleştiren biri.  Özetle, yaptığımız her bir seçimin tüm sistem üzerinde etkisi oldugunu,  bununda çevresel bir folklor harmonisi olarak tanımlanabileceiğini söylüyor. Üretilen, tüketilen her şeyin doğadan ekstrakte edildiğini ve bu yüzden insan, ürün ve planet üçlüsünün kompleks sistem döngüsü ortaya çıkardığını vurguluyor.

Konuyu daha netleştirmek için (ünivesitedeki uygulama derslerini yanlış anlayan bir nesilin ferdi olarak) gelin onun verdiği bazı örnekler ile mevzuya yakından bakalım.

276428Mesela plastik ya da kağıt poşet mi diye sorsam hepiniz bio bozunurluk özelliğinden dolayı kağıt dersiniz değilmi. Ancak geri dönüşüm ile değerlendirilmeyip, fotoğraflarda gördüğünüz o çöp yığınlarında biriken  kağıtların, oksijensizlikten dolayı metan gazı üretmek zorunda kalarak çevreye 25 kat daha fazla zarar verdiğinin farkında olmazsınız, ilaveten aynı işi görebilmek için 4 kat daha fazla kağıda ihtiyacınız olduğununda. Yandaki manzaraya katkınız tartışılmaz yani.

 

lg-door-in-door

Ya da düğün hazırlıklarının heyecanındasınız diyelim, beyaz eşyanın kralını almak için ilginç diyaloglar yapıyorsunuz kraldan çok kralcılarla. Buzdolabını almışken büyük almak lazım replikleri  yankılanıyor kulaklarda. Bir kez daha düşünün desem saçmalama dersiniz bin kere mi alacağım diyerek. Tam bu noktada istatistikle ufkunuzu biraz açayım. Extra large menülerin ülkesinde alınan yiyeceklerin % 40 ı çöpe gidiyor mesela, neredeyse üretilen tüm yiyeceklerin yarısı. Her yıl 165 milyar dolar savuruyormuş Amerikalılar havaya. Bizde nasil diye sormuyorum, biraz daha iyidir belki, çünkü arkamızdan yiyeceklerin ağlayacağı ve köpeklerin kovalayacağı düşünülürse. Biri büyük buzdolabımı dedi acaba ?

 

bcp_kettle-300x260Başka bir açıdan bakalım. İngiltere de çayın popülerliği malum biliyorsunuz, dolayısıyla ısıtıcılarında. Amma velakin herkes gibi ingilizlerde diğer dünya vatandaşları gibi bir bardak çay için % 65 daha fazla su doldurup kaynattıklarından, harcadıkları ekstra enerji hesaplanarak görülmüş ki nerdeyse bir akşam şehirdeki ışıkları aydınlatmak için lazım olan elektriğe eşit bu israflık. Birileri çıkıp farklı bir inovatif ısıtıcı dizayn ederek, bu sorunu çözse, dünyaya karşı görevini yapıp gereksiz yere kaynak tüketimini önlese süper olur dediğinizi duyar gibi oluyorum. Rahat olun yapan var çok şükür.

 

 

 

ewaste Ghana 4Bu örneklerin içinde beni en çok korkutanı şu zibil gibi çoğalan smart cihazlar. 7 milyar nüfusu olan bir dünyada 6 milyara yakın cihaz kaydı var.  Her yıl 1.5 milyar yeni cihaz üretiliyor. Daha da tehlikelisi bunları zırt pırt değiştirdiğimiz için hurdaya çıktıktan sonraki durumları. Büyük bir kısmının yolu üçünü dünya ülkeleri, özellikle afrikaya doğru düşüyor. İçindeki değerli madenleri geri kazanmak için öyle bir yakıyorlar ki bu cihazları, global ısınma hak getire. Dünya bu konuda da kesinlikle birşeyler yapmalı ve kolaylıkla ayrıştırıp geri kullanabilen cihazlar üzerinde çalışmalı der gibisiniz. Sanırım da yapıcaklar, tabi biz türkler olarak sadece saygı duyup allah razı olsun diyeceğiz. ( Apple başladı bile 🙂 )

Uzatmadan sadede gelme vakti..

Bu kadar sarsıntılı örnek sürdürebilirliğin içimizde, hayatın her alanında, her anında her projemizde, olduğunu kanımıza kadar hissettiriyor.

Herşey elimizde millet. Bu dünyada topu topu kaç kişiyiz ki canım hallederiz değilmi.

Durmak yok, çocuk yapmaya ve kaynakları tüketmeye devam 🙂

growth

Sürdürülebilir bir mutluluğunuz olması dileğiyle….

İlginizi çekerse diyerekten :

www.ted.com/talks/leyla_acaroglu_paper_beats_plastic_how_to_rethink_environmental_folklore     

Başka Türlü bİr “Özcan Bostancı”

photo

Evrekka ilk All Stars röportajı..

Başka türlü starlardan biriyleee..

Onlara mutlaka rastlamışssınızdır TV lerde, gazetelerde, TEDxReset sunumlarında bir yerlerde. Mutlaka iç geçirmişsinizdir, ulan heriflere helal olsun, ben hayal ettim onlar gerçekleştirdi vay anasını diye…

Bendenizde ekranlarınızın ayarlarıyla oynamanıza gerek kalmadan şimdilik bir tanesini karşınıza getiriyorum sorgulu sualli, keyfini çıkarın.  

Başlamadan, Hala , yok bu adamları ilk defa duydum,  ya nasıl kaçırmışım diyorsanız, öncesinde www.baskaturlubirsey.com takılın, sonra geri dönün 🙂 

 

 

Onlar harbiden başka türlü birşey. Kımıl zararlıları Eko Türk varolan sistemine. T-shirtlerini giyip yola çıktıklarında, hikayelerine, yolculuklarına bundan daha güzel bir isim bulamazlardı herhalde….Benim onlarla hikayem Şangay da bir kahvaltı masasında başlayıp , Bangkok, Istanbul üçgeninde (Japonca geliyo kulağıma bir yerlerden ama 🙂 ), dostluğa dönüşüp devam ediyor.

Şimdi birisi huzurda, diğeri nerde derseniz, yakında saklandığı delikten çıkarıp sizlerin huzuruna getireceğim. Dünyanın neresinde olsa bulacağımi, inatım inat 🙂

Sayın Bostancı, şöyle uzaklara dal bakalım en çok hangi ülke, şehir, mekan için iç geçiriyosun ? Off ulan off , burnumda tüttü be diyorsun ?

Bolivyadaki Uyuni Gölü, Uyuni ya. Çok güzel bir doğası var hiç bu dünyaya ait değil gibi. Gidiyorsun bembeyaz bir tuz gölü, sadece üzerinde 1,5 cm su var. Çıktığın anda sanki böyle uzaydamışssın gibi, gökyüzünde uçuyormuş gibi sanıyorsun kendini. Zaten Güney Amerikanın genel doğası çok güzel. Aklıma sürekli geliyor, oraya tekrar gitmek ve görmek en kısa zamanda çok istiyorum valla.

– Hayat değişti tabi döndükten sonra ? Bırakalım size kazandırdıklarınıda, ne kaybettirdi bu meret size ya, hiçmi yan etkisi olmadı ?

Kesinlikle oldu. Şöyle bir şey oldu, tekrar kariyerime devam etmeye kalkınca, zamanında beraber çalıştığım arkadaşlarımdan geride kaldığımı farkettim. İster istemez aradaki bir yılda bir şeyler değişmiş. Birileri promosyon almış başka şirkete geçmiş. O bir sene bende kayıp olduğu için geriden başladım döndüğümde sektöre. Ha bu beni çok etkiledimi, üzdümü dersen tabiki hayır, yine olsa yine aynı şekilde çıkarım.

– Herhangi bir şey kaybettirmedi yani ?

Hmm aslında o dönemde kız arkadaşımdan ayrılmıştım. O sayılabilir mesela. Sonrasında onu özlediğimi hissettim. Tabi o durumda dünya turunu seçmek daha çekiciydi. O zaman için doğru karardı, ama şimdi dönüp baktığımda her tercih bir vazgeçiş. Ama pişmanlık yaratmıyor, sadece yaptığım tercihin sonucu.

– Yolculuğa çıkmadan önce İsmail ile birbirinizi çok gazladınız . Peki İsmail dışında çok özel bir teşekkürü hak eden biri varmı? Kim sizi en çok destekledi sence ?

Açıkçası çok isim var. İstanbuldan arkadaşlarımız. Gittiğimiz yerdeki arkadaşlarımız, pek çok insan bize destek vardı ama, bunların arasında en özel teşekkür kime dersen ailelerimize gider kesin, özellikle anneme ve babama. Onların bize hem maddi hem manevi desteği, artıları olmasaydı böyle bir seyahat belki imkansız olurdu. İsmail olmasa bu seyahat zaten olmazdı ama, anne ve baba da bu konuda çok özel teşekkürü hak ediyorlar.

– Türkiyede bu tarz aile yapısı ile karşılaşmak çok çok nadirdir, o yüzden şanslısınız diye düşünüyorum ben.

Kesinlikle. Normal aileler, oğlum işin var gücün var, evin var araban var, neyi bırakıp nereye gidiyorsun tepkisi gösterirken, benimkiler önce bir şaşırdılar. Sonra, sen mutlu olcaksan git dediler. Biz seni hep destekleyeceğiz dediler ve hala da desteklemeye devam ediyorlar. Çok özel bir şey benim için bu.

Burdan çıktınız çantalar sırtta, gümrüğü geçtin biniyorsun uçağa, hangi şarkı çalıyordu ipod ta ?

Ooo çok güzel soru. Bunu hatırlamıyorum yaa.Çok güzel soruda hatırlamıyorum, hiç düşünmemişim. Dur bakayım, zorlarsam hatırlarım belki.

Çok hatırlamıyorsan böyle aklında kalan şarkılar vardır mutlaka size eşlik eden yol boyunca ?

Tabi var. Türkçe şarkı mesela Manganın “Cevapsız sorular”ı var. Onun dışında komik ama İbrahim Erkal dinlerdik. Bir kaç tane şarkısı vardı, “Çare gelmez” onu dinlerdik mesela. Birde Mumford&Sons var tabi. Ben Interpol çok dinlerdim. Ama hangi şarkı vardı dersen hmmm, şimdi buldum. Pixies in “Where is my mind” vardı, o çalıyordu ya.

Şimdi onu bunu bırakalımda hiç aynı kıza yazdınız mı, aynı kız size yazdı mı ? Tartışma oldumu bir hatun için ?

Tartışma olmadı. Çünkü İsmail ile paylaşmıştık aslında.

Nasıl ya bir mekanda karşılaştığınızda paylaşıyormuydunuz hatunları, klasik Türk muhabbetimi yaptınız ?

Biz Çine girdiğimiz andan itibaren, yani yolculuğun 2. ayından itibaren hatunları bölüştük zaten. Şöyle ki, uzak doğulu kızlar İsmailin idi, Çinli, Japon Koreli. Öncelik İsmailin idi en azından. Geri kalan Avrupalılar, işte kim varsa benimdi.

Hatun sözleşmesi yaptınız yani bir nevi.

Tabi tabi. Hatta bizim öyle bir emalimiz var İsmail ile. Şey diye, eğer ben bu kız bu kızı tavlarsam, şu kız İsmailin olacaktır. Onun için hak etmeyeceğim, şöyle olmayacak, böyle olmayacak diye bir email var aramızda.

Süpermiş 🙂 . Peki nerede kendinizi kral nerede kendinizi çok boktan hissettiniz ?

A çok güzel bir soru bu da. Kral Çin de. Çünkü herkesin müthiş ilgisi vardı. Barlara gidiyoruz herkes bize bira ısmarlıyordu. Hiç elimizi cebimize atmıyorduk. Her gittiğimiz yerde insanlar kadeh kaldırıyor, bir şeyler ikram ediyorlardı.Hakikatten kral gibiydik. Kızların ilgisi keza. Çok boktan hisettiğim Hindistan Bombay Tren istasyonu, çantamızı çaldırdığımız akşam. O kadar kötü bir akşam olamaz yani. Hakikatten hayatımızın en zor anlarından biriydi. Biz 3 gün tren istasyonunda yattık. Beklemek çok kötüydü. Paramız yok, kimliğimiz yok, tren istasyonunda yatıyoruz, kimse bizi almıyor, her tarafta fareler. Artık ne zaman bitecek diye yalvarıyorduk. Nefret etmiştik.

Hiç böyle buralara dönmemek aklınızın ucundan geçtimi, yani bu kadar gezdikten sonra yurt dışında kalalım, buralarda hayat kuralım dediğin oldumu ?

Benim kendi adıma dönmek hep vardı.Çünkü aile burda, arkadaşlar burda buraya bağımlılığım var zaten. Dünya turunda şeyi çok konuştuk ama. İşte burası yaşanır şehir, burası yaşanmaz gibi ayrımlar yaptık. Mesela Seoul, Singapur çok yaşanır bulduk. Ama benim için en azında her seferinde dönmek vardı, döneceğim diyordum.Yani, ilerde gelir burada yaşarım dediğim oldu ama, dünya turu sırasında çat burda kalıyım, ömrümü burda sürdüreyim dediğim olmadı hiç.

Peki derler ya hep bu tarz yolculuklar, harbiden insanın içinde başka yolculuklar çıkartıyormu, gerçekten böyle bir şey oluyormu ?

Oluyor. Şöyle bir şey oluyo Evren aslında. Kendini değerlendirmeyi başarabilirsen, yolculuğun önünde ve sonrasında iki farklı kişi olduğunu görüyorsun. Birinde sadece bir cesaret parçasıyla yola çıkarken, döndüğünde birde bakıyorsun ki alsında hayatında engel diye bir şey yok, her şeyi yapabilirim diyorsun. Az önce verdiğim örnekten anlatayım. Mesela Bombay da parasız, pulsuz, kimliksiz çıkıp tekrar hayatımıza devam ettiysek, diyorsunki her şeyi yaparız, bizi kimse durduramaz. Bunun gibi pek çok örnek oldu aslında. Pek çok zirve noktamız oldu. Gittik Evereste çıktık.  Ben mesela motor kullanmayı bilmeyen bir adamdım, motor kiraladığımız gibi 1000 km yaptık. Dünya turunu en büyük farklılığı bu oldu aslında, kendine güvenince her şeyi yapabilmek. Özgüven ve vizyon çok önemli.

O kadar yer gezdiniz, kültür gördünüz, Türkiye nerde oynar bu ligte yani genel anlamda bir değerlendirme, sadece ekonomik değil. Super lig, PTT, Amatör neresi ?

Şimdi şöyle söyleyeyim. Biz çocukluğumuzdan beri, Türkiye cennet vatan, İstanbul gibi şehir dünyada yok, şöyle harika böyle mükemmel. Yani Türkiyenin çok güzel olduğu, İstanbulun güzel olduğu kesinlikle doğru. Bu şey anlamına gelmiyor, dünyada en az istanbul kadar güzel pek çok yer var.  Pek çok ülke vatandaşıda insan gibi yaşıyor, o çok önemli. Yani bir Japonyayı, sende gördün bir çok yer biliyorsun zaten, Koreyi Singapuru ne bileyim Avrupayı görünce ne kadar insan gibi yaşıyorlar diyorsun. Mesela bir örnek anlatayım. Biz 4 tane Japon kızla Hindistanda tanıştık, oturuyoruz bir yerde. Kızların biri Iphone nu bırakıp kalkıp gitti, tuvalete bir yere gitti. Hindistan tehlikeli bir yer zaten. Dedim ki kıza bırakma eşyalarını alırlar. Ne dedi biliyormusun, benim olan eşyayı kim niye alır ki. Aslında ne kadar mantıklı ama bu kıza onu anlatamıyorsun. Biz kötü olana alışmışız, onlar güzel olana alışmış. Soruna gelince nerde oynarız dersen, PTT ile amatörün arasında oluruz, PTT de kalır amatöre düşmeme mücadelesi veririz.

Hangi mutfak, hangi yemek ilk aklına geliyor peki ?

Abi direk Japon mutfağı, spesifik olarakta Sushi ve Okonomiyaki, çok hoş.

Karşılaştığınız vatandaşlarımız, girişimcilerimiz mutlaka oldu, bunların arasında sizi hikayesiyle en çok şaşırtan kimdi, neden dumura uğrattı sizi?

Yeni Delhide Cafe de oturuyoruz İsmaille. Hintli olmadığı belli birisi bize bakıyor. Tabi merhaba merhaba. Adam Kastamonu Cide li kristal ustası. Eminönünde yaptığı kristalleri bir bavula doldurmuş 15-20 bin TL lik malzemeyi, Hindistan gibi bir coğrafyada ülkenin dört bir tarafında gezerek fuarlarda satmış. Ve kazandığı paralarla Türkiyeye dönüp öğrendiği bazı modelleri yaparak geri gelecek tekrar. Benim aklımdan 40 gün düşünsem gelmez. Bizde övünüyoruz kendimizle üniversite mezunuyuz falan diye, kendisi ilkokul mezunu. O adamı görünce diyorsun ki, Vizyon mu, hangimizin vizyonu daha geniş acaba.

Hangi dili daha çok sevdin, sounds cool ?

Ben İspanyolcayı çok seviyorum, hep bana keyifli gelir. Ama, kulağa yatkın olan bir dil dersen Japonca çok güzel bir dil. Böyle tepkileri aksanları çok hoş, kulağa hoş gelen bir dil. Tam tersine moğolca da o kadar kaba bir dil. Insalar kötü tabirle, teşbihte hata olmaz, böğürüyorlar böyle.  

Aslanım şöhret seni şımarttımı şöhret, bir de bakayım ?

Şımarttı şımartmazmı ya, kesin şımarttı. Bence mütevazılığı koruduk, ama kendimize karşı biraz şımardık. İnsanlara şımarıklık yapmadık hiç bir zaman. Ama kendi hayatına, kendi beklentilerine göre şey yapıyorsun, Dünyayı gezdik geldik, o kadar televiyonlara çıktık, yaptığımız şeye bak arkadaş. Hani şımarıklıkta olsa kendine oluyor.Oysa şeye dönmek lazım, çok güzel gezdik tozduk ama, ona rağmen çok güzel hayatlarımız yok ne olursa olsun bence. Bunu böyle neler yaptım şu halime bak moduna getirmemek lazım hiç bir zaman.         

– Evet son olarakk, bu gençler sizlere hastalar, hayranınızlar, Rol modelsiniz bir nevi, Varmı bir mesaj ?

Yani, şimdi insanlara bunu söylemeyi çok seviyorum, doğruda buluyorum. Çok klişedir ama hani, kendinize inanın, hayatta engel yoktur. Ben bunun doğruluğuna inanmazdım, ama şöyle doğruluğu var. Bir şeyi isteyen insan için hakikatten engel yok.Yani şu olmak istiyorum, bu olmak istiyorum, dünyayı gezmek istiyorum bir sürü şey. Bir şeyi çok istersen, bahane bulmuyorsun ve tüm bahaneleri aşıyorsun. Para de, iş de, statü de ne dersen de. Ama kendine inanırsan önünde durabilecek engel yok.

– Çok teşekkürler Özcanım, röportaj, dostluğun ve güzel ruhun için.

Bende çok teşekkür ederim.